Hikmet Kıvılcımlı'nın tarihi Eyüp Sultan konuşması
Muhterem Vatandaşlarım! Sevgili İşçi kardeşlerim!Bugün, Müslüman İstanbul'umuzun, İstanbul'dan önce Müslüman olan Eyüpbölgesinde Vatan Partisi'nin sesini duyurmaya geldik.Sevgili vatandaşlarım!... Vatan Partisi İŞ ve İŞÇİ partisidir...Bunu söylerken,elimde olmayarak, Müslümanlığın büyük bir hizmetini hatırladım. O büyük söz derki: "Kıyamete kadar yaşıyacakmış gibi çalış, yarın ölecekmiş gibi ibadet et" der.Vatandaşlar!... İbadet: HAK önünde konuşmak, halk önünde hakkı teslim etmek manasına gelir...
Bugün, Vatan Partisi'nin kendini HAK ve ÇALIŞMAK gibi iki prensipüzerine kurduğunu açıkça ortaya koymak lüzumunu duyuyorum.İslamın büyük prensibi, hepimizin bildiği gibi: "Leyse lil insane illâ mâ seâ" der.(Yani: İnsan için, çalışmaktan , emekten başka her şey yalandır) der. İşte, o büyükhakikat: Aradan binlerce yıl geçtikten sonra bugün, dünyanın en ilerimemleketlerinde dahi, tek büyük İÇTİMAİ HAKİKAT, insanlığın bulabildiği en büyükhakikat olarak tanınmıştır. Bugün insanlığın yarattığı değer: EMEK üzerine kurulur.Avrupa'nın en büyük iktisat alimleri, İngiltere'nin klasik iktisatçısı denilen AdamSmith'ler, Ricardo'lar: binlerce senelik insan ilminin neticelerini toplarken, o hakikatibulabilmişlerdir: "Leyse lil insane illâ mâ seâ!" hakikatini: "Değer, insanınemeğinden doğar" şeklinde ifade etmişlerdir... İşte Vatan Partisi'nin prensibi de, herşeyin temelinin, memleket siyasetinin de üzerinde kurulması icabeden temelin EMEKolması lazım geldiğini ifade eder.
Türkiye'de emeği, insanın çalışmasını kim temsil ediyor? Şehirlerde işçikardeşlerimiz, esnaf kardeşlerimiz.. Köylerde alınteriyle çalışan küçük, fakirköylülerimiz! Vatan Partisi Türkiye'de -bütün öteki partilerden farklı olarak,- buçalışkan zümrelerin hakkını arıyan, hakkını aramak için kurulmuş tek teşkilattır.Şimdiye kadar maalesef, büyük hakikatler daima küçük insanlardan uzakkalmıştır: Uzak bırakılmıştır. Yine vatandaşlarım iyi bilir ki, Muhammed: "Benhâtemel enbiyâyım" demiş. (Yani: "Ben peygamberlerin sonuncusuyum") demiştir. Obüyük sözün manası üzerinde vatandaşlarımı bir an düşünmeye davet ederim...
Vatandaşlarım!... O zamana kadar insanlar arasında bütün düzeni kurankanunlar ve kaideler "gökten iner" di. Hazreti Muhammed: "Ben sonuncupeygamberim!" demekle, bizlere şu büyük hakikati anlatmış oluyordu: ARTIKKANUNLARINIZI KENDİNİZ YAPACAKSINIZ! demek istemiştir... Ve onun içininsanların büyük toplantı yerleri: Camiler meydana gelmişti. Bütün İslamların camii:Adı üstünde CAMİ!..Cami: Hepinizin bildiği gibi, TOPLAYICI demektir, vatandaşlarım. VeMüslümanların tatil günü de vaktiyle "CUMA" günü idi, vatandaşlarım.Bu ne demektir? Bir an düşünelim: CUMA, toplanma günü demektir.
Neredetoplanıyoruz? Toplayıcı olan Cami'de... niçin toplanıyoruz, vatandaşlarım? Hak için,değil mi?.. İşte o büyük ve necip dava, bugün dünyada insanlığın arıya arıya henüzbulabildiği, henüz güçlükle çalışabildiği Demokrasi dediğimiz gavurca lakırdının takendisidir.Mübarek Ezanı Muhammedi dolayısıyle buradaki HAK davamızın konuşulmasıbir an için durdurulmuştu. Sözümüze, -müsaadenizle- yeniden başlıyoruz.
Sevgili vatandaşlarım!..Ne zaman mübarek bir camiin, mübarek bir mescidin önünde bulunsam,daima, Hülefâyi Raşidiyn zamanındaki vatandaşların siyas hayatları gözüm önünegeliverir. Bilirsiniz, o zamanlar, camiler Müslümanların siyasi toplantı yerleri idi. Yaniher Cuma, Halife bizzat camiin içerisine gelir, karşısındaki vatandaşlara bütünmemleketin Umur ve Hususu hakkında hesap verirdi. Gene çok iyi bilirsiniz ki, devlet başkanı olan Halife, bizzat halk tarafından biat suretiyle reis olur, yani seçimleiktidara gelirdi. Bizzat Halifeler seçilmiş devlet başkanı idiler. Bu seçilmiş başkanlar,her hafta, bütün Müslümanları önüne toplıyarak, camide onlara memleket işlerihakkında hesap verirlerdi.O ibret verici hadiselerin bugün bize ne kadar büyük dersler vermesi lazımgeldiğini düşünerek, bir hadiseyi hatırlatmaktan kendimi alamıyacağım...
Ordular,hudutlarda zafer zafer üstüne kazandılar; fakat ele geçen ganimetleri Müslümanlararasında kardeşçe paylaşılmak üzere gönderdiler, idi. O zaman başkente, baş şehregönderilen kumaşlar, gene vatandaşlar arasında herkese aynı büyüklükte parçalarverilmek suretiyle paylaşılırdı, taksim edilirdi:... Vatandaşlar, o parça kumaşlardankendilerine elbise dikerek camiye Cumhurbaşkanları olan Halifeyi, Ömer'i dinlemeyegittikleri zaman... Halife söze başlar başlamaz, Müslümanın biri ayağa kalktı.
"YaÖmer"
dedi,
"Sen bir hırsızsın, senin söyliyeceğini Müslümanlar dinliyemez"
dedi.Düşünün vatandaşlarım: Demokrasinin o zamanki manzarasını düşünün.Lalettayn, adsız bir vatandaş, lütfen kalkıyor, devlet başkanına, hiç bir izahyapmaksızın:
"Sen bir hırsızsın!"
diyor. Bunun üzerine devlet başkanı Ömer neyapıyor? Ne yapsa beğenirsiniz? Yani, ondan sonra çeker kılıcını, uçururdu söyliyeninkellesini, değil mi?.. Hayır. Hazreti Ömer:
"Bu sözün sebebi var mı? Ben nedenhırsızım? Bilmiyorıım. İzah et. Eğer hırsızsam hakikaten, sözümü keseyim."
dedi: Soğukkanılılığa, tahammüle, tenkit karşısındaki insanca tepkiye bakalım.Bundan, bugün için bugünkü devletle vatandaş arasındaki münasebetler için büyükneticeler çıkarmaya çalışalım.O zaman, bu adsız vatandaş; cemaat ortasında kalkıp kendi üstünü gösterdi:
"İşte bak"
dedi,
"Hepimize dağıtılan kumaştan ben de üzerime elbiseyaptım. Ancak küçük bir sağ kol, küçük bir ceket çıktı bana... Halbuki sen,Ey Ömer! boyunca kocaman bir cübbe giymişsin. Bu cübbeyi yapmakla, sen,o kumaştan bütün vatandaşlara düşen paydan iki hisse aldın. Demek,çaldın.. Demek hırsızsın! öyle ise, ben senin hilafetini tanımıyorum, sensus!"
dedi. Bunun üzerine Hazreti Ömer ne yaptı? Hiç kızmadan, tehdit etmeden,sükunetle oğluna:
"Ya Abdullah! Kalk cevap ver"
dedi. Oğlu kalktı. Dedi ki:
"Vatandaşlar, görüyorsunuz.:"
dedi,
"Benim üzerimde sizinki gibi kısa birceket te yok. Ben hissemi babama verdim. Babam da bir cübbe yaptı."
bunun üzerine Ömer:
"- Ne dersin?"Diye sordu o vatandaşa. Ve vatandaş cevabında:
"- Peki. "
dedi.
"Anladım, hırsız değilmişsin, Ömer. Otur şimdi, söyle,dinliyeceğim."
dedi.
Vatandaşlar!...
İnsanlık tarihinde, bizim yakından tanıdığımız halkçı idare üçdört günde icat edilmiş bir şey değildir. Bizim, en müstebit sultanların zulüm yaptığıŞark memleketlerimizde dahi, öyle büyük geleneği olan bir demokrasi 1400 yıl evvelkurulmuştur. Biz hala bugün, o kadar kuvvetli demokrasinin vücudunu hayranlıkla:"- Acaba var mıymış? Nasılmış? Ah! Ben de öğrenebilsem.." diye arıyoruz.Hepimizin, şu mübarek tanrı evinde, beş vakitte dualarla andığımız hayat,özlediğimiz şey: O büyük insan demokrasisi değil mi?Lakin ondan sonra ne oldu, vatandaşlarım? Daha Muaviye denilen zat Suriyevalisi iken, o büyük demokrat Hülefâyi Raşidiyn'in memleketteki izlerini silmeyeçalıştı. Muaviye kimdi, bilir misiniz? Muaviye, Kureyş'in para ile Müslüman olmuşbüyük bezirganlarından Ebü Süfyan'ın oğlu idi... İşte, bizim Şark memleketlerimizdevatandaşla devlet arasında ilk zehiri koyanlar.. Bu, 1400 sene evvel para ileMüslüman olmuş bulunanlara
"Müellifetül-kulub" mü diyeceksiniz?.. O Müellifetül-kulub, hatta, Kur'an i Kerim'in bile içinde, tahsisat alma haklarınıkazanmışlardı... İşte bu adamlar, memlekette kendi bezirgan kârlarını, kendibezirgan ruhlu çocuklarını ilerletmek için, vatandaşlara karşı suikast hazırlarken.. ilk işleri, o demokrat devlet başkanlarını, Hülafayi Raşidiyn'i ortadan kaldırmakolmuştu. Ve derebeğilik ondan sonra başladı.1400 sene, mütemadiyen derebeğilerin ardarda gelişi ile, insanlar adeta hakaramaktan korkar hale geldiler, ve siyaset demekten korkar hale geldiler.
Bugün vatanımızdaki fakir fukaranın "siyaset"in sözünden korkmalarının baş sebebi, obüyük geleneği silmiş olan Şark derebeyliğidir. (Osmanlıca'da siyaset sözünün lugatkarşılığı bile "adam asmak" anlamına geliyordu!). Bugün, Osmanlıİmparatorluğundan, maalesef bize hala o kötü terbiye: Siyasetten kaçmak, hakkınıaramamak gerektiği gibi kötü adetler.. hâla intikal etmiş bulunuyor. Ve biz hâlamemleketin idaresini yalnız birkaç büyük bezirganın yapabileceğini zannediyoruz.Halbuki, büyük bezirganların yaptıkları nedir? İşte bugünkü PAHALILIK'tır,vatandaşlarım.Bir parti çıkarırlar: "Demokrat Parti" derler. Bu Demokrat Parti:" - Halk idaresini; halk hürriyetini ortaya koyacağım" der.Fakat en büyük vaadettiği şey malüm. Halka:" - Sana ucuzluk getireceğim."der, vatandaşlarım. Bir de bakarsınız, 7 yıl sonra ne olmuştur? İşler, tepesitaklak gelmiştir..O zamana kadar görülmedik bir pahalılık başlamıştır. Ondan sonrada Sayın Menderes.. Bakın, geçen gün gazeteye verdiği beyanatta, bakın ne diyor:" - Göstersinler bir çare... Çare yoktur, pahalılığın çaresi yoktur!" buyuruyor
Bugün, Vatan Partisi'nin kendini HAK ve ÇALIŞMAK gibi iki prensipüzerine kurduğunu açıkça ortaya koymak lüzumunu duyuyorum.İslamın büyük prensibi, hepimizin bildiği gibi: "Leyse lil insane illâ mâ seâ" der.(Yani: İnsan için, çalışmaktan , emekten başka her şey yalandır) der. İşte, o büyükhakikat: Aradan binlerce yıl geçtikten sonra bugün, dünyanın en ilerimemleketlerinde dahi, tek büyük İÇTİMAİ HAKİKAT, insanlığın bulabildiği en büyükhakikat olarak tanınmıştır. Bugün insanlığın yarattığı değer: EMEK üzerine kurulur.Avrupa'nın en büyük iktisat alimleri, İngiltere'nin klasik iktisatçısı denilen AdamSmith'ler, Ricardo'lar: binlerce senelik insan ilminin neticelerini toplarken, o hakikatibulabilmişlerdir: "Leyse lil insane illâ mâ seâ!" hakikatini: "Değer, insanınemeğinden doğar" şeklinde ifade etmişlerdir... İşte Vatan Partisi'nin prensibi de, herşeyin temelinin, memleket siyasetinin de üzerinde kurulması icabeden temelin EMEKolması lazım geldiğini ifade eder.
Türkiye'de emeği, insanın çalışmasını kim temsil ediyor? Şehirlerde işçikardeşlerimiz, esnaf kardeşlerimiz.. Köylerde alınteriyle çalışan küçük, fakirköylülerimiz! Vatan Partisi Türkiye'de -bütün öteki partilerden farklı olarak,- buçalışkan zümrelerin hakkını arıyan, hakkını aramak için kurulmuş tek teşkilattır.Şimdiye kadar maalesef, büyük hakikatler daima küçük insanlardan uzakkalmıştır: Uzak bırakılmıştır. Yine vatandaşlarım iyi bilir ki, Muhammed: "Benhâtemel enbiyâyım" demiş. (Yani: "Ben peygamberlerin sonuncusuyum") demiştir. Obüyük sözün manası üzerinde vatandaşlarımı bir an düşünmeye davet ederim...
Vatandaşlarım!... O zamana kadar insanlar arasında bütün düzeni kurankanunlar ve kaideler "gökten iner" di. Hazreti Muhammed: "Ben sonuncupeygamberim!" demekle, bizlere şu büyük hakikati anlatmış oluyordu: ARTIKKANUNLARINIZI KENDİNİZ YAPACAKSINIZ! demek istemiştir... Ve onun içininsanların büyük toplantı yerleri: Camiler meydana gelmişti. Bütün İslamların camii:Adı üstünde CAMİ!..Cami: Hepinizin bildiği gibi, TOPLAYICI demektir, vatandaşlarım. VeMüslümanların tatil günü de vaktiyle "CUMA" günü idi, vatandaşlarım.Bu ne demektir? Bir an düşünelim: CUMA, toplanma günü demektir.
Neredetoplanıyoruz? Toplayıcı olan Cami'de... niçin toplanıyoruz, vatandaşlarım? Hak için,değil mi?.. İşte o büyük ve necip dava, bugün dünyada insanlığın arıya arıya henüzbulabildiği, henüz güçlükle çalışabildiği Demokrasi dediğimiz gavurca lakırdının takendisidir.Mübarek Ezanı Muhammedi dolayısıyle buradaki HAK davamızın konuşulmasıbir an için durdurulmuştu. Sözümüze, -müsaadenizle- yeniden başlıyoruz.
Sevgili vatandaşlarım!..Ne zaman mübarek bir camiin, mübarek bir mescidin önünde bulunsam,daima, Hülefâyi Raşidiyn zamanındaki vatandaşların siyas hayatları gözüm önünegeliverir. Bilirsiniz, o zamanlar, camiler Müslümanların siyasi toplantı yerleri idi. Yaniher Cuma, Halife bizzat camiin içerisine gelir, karşısındaki vatandaşlara bütünmemleketin Umur ve Hususu hakkında hesap verirdi. Gene çok iyi bilirsiniz ki, devlet başkanı olan Halife, bizzat halk tarafından biat suretiyle reis olur, yani seçimleiktidara gelirdi. Bizzat Halifeler seçilmiş devlet başkanı idiler. Bu seçilmiş başkanlar,her hafta, bütün Müslümanları önüne toplıyarak, camide onlara memleket işlerihakkında hesap verirlerdi.O ibret verici hadiselerin bugün bize ne kadar büyük dersler vermesi lazımgeldiğini düşünerek, bir hadiseyi hatırlatmaktan kendimi alamıyacağım...
Ordular,hudutlarda zafer zafer üstüne kazandılar; fakat ele geçen ganimetleri Müslümanlararasında kardeşçe paylaşılmak üzere gönderdiler, idi. O zaman başkente, baş şehregönderilen kumaşlar, gene vatandaşlar arasında herkese aynı büyüklükte parçalarverilmek suretiyle paylaşılırdı, taksim edilirdi:... Vatandaşlar, o parça kumaşlardankendilerine elbise dikerek camiye Cumhurbaşkanları olan Halifeyi, Ömer'i dinlemeyegittikleri zaman... Halife söze başlar başlamaz, Müslümanın biri ayağa kalktı.
"YaÖmer"
dedi,
"Sen bir hırsızsın, senin söyliyeceğini Müslümanlar dinliyemez"
dedi.Düşünün vatandaşlarım: Demokrasinin o zamanki manzarasını düşünün.Lalettayn, adsız bir vatandaş, lütfen kalkıyor, devlet başkanına, hiç bir izahyapmaksızın:
"Sen bir hırsızsın!"
diyor. Bunun üzerine devlet başkanı Ömer neyapıyor? Ne yapsa beğenirsiniz? Yani, ondan sonra çeker kılıcını, uçururdu söyliyeninkellesini, değil mi?.. Hayır. Hazreti Ömer:
"Bu sözün sebebi var mı? Ben nedenhırsızım? Bilmiyorıım. İzah et. Eğer hırsızsam hakikaten, sözümü keseyim."
dedi: Soğukkanılılığa, tahammüle, tenkit karşısındaki insanca tepkiye bakalım.Bundan, bugün için bugünkü devletle vatandaş arasındaki münasebetler için büyükneticeler çıkarmaya çalışalım.O zaman, bu adsız vatandaş; cemaat ortasında kalkıp kendi üstünü gösterdi:
"İşte bak"
dedi,
"Hepimize dağıtılan kumaştan ben de üzerime elbiseyaptım. Ancak küçük bir sağ kol, küçük bir ceket çıktı bana... Halbuki sen,Ey Ömer! boyunca kocaman bir cübbe giymişsin. Bu cübbeyi yapmakla, sen,o kumaştan bütün vatandaşlara düşen paydan iki hisse aldın. Demek,çaldın.. Demek hırsızsın! öyle ise, ben senin hilafetini tanımıyorum, sensus!"
dedi. Bunun üzerine Hazreti Ömer ne yaptı? Hiç kızmadan, tehdit etmeden,sükunetle oğluna:
"Ya Abdullah! Kalk cevap ver"
dedi. Oğlu kalktı. Dedi ki:
"Vatandaşlar, görüyorsunuz.:"
dedi,
"Benim üzerimde sizinki gibi kısa birceket te yok. Ben hissemi babama verdim. Babam da bir cübbe yaptı."
bunun üzerine Ömer:
"- Ne dersin?"Diye sordu o vatandaşa. Ve vatandaş cevabında:
"- Peki. "
dedi.
"Anladım, hırsız değilmişsin, Ömer. Otur şimdi, söyle,dinliyeceğim."
dedi.
Vatandaşlar!...
İnsanlık tarihinde, bizim yakından tanıdığımız halkçı idare üçdört günde icat edilmiş bir şey değildir. Bizim, en müstebit sultanların zulüm yaptığıŞark memleketlerimizde dahi, öyle büyük geleneği olan bir demokrasi 1400 yıl evvelkurulmuştur. Biz hala bugün, o kadar kuvvetli demokrasinin vücudunu hayranlıkla:"- Acaba var mıymış? Nasılmış? Ah! Ben de öğrenebilsem.." diye arıyoruz.Hepimizin, şu mübarek tanrı evinde, beş vakitte dualarla andığımız hayat,özlediğimiz şey: O büyük insan demokrasisi değil mi?Lakin ondan sonra ne oldu, vatandaşlarım? Daha Muaviye denilen zat Suriyevalisi iken, o büyük demokrat Hülefâyi Raşidiyn'in memleketteki izlerini silmeyeçalıştı. Muaviye kimdi, bilir misiniz? Muaviye, Kureyş'in para ile Müslüman olmuşbüyük bezirganlarından Ebü Süfyan'ın oğlu idi... İşte, bizim Şark memleketlerimizdevatandaşla devlet arasında ilk zehiri koyanlar.. Bu, 1400 sene evvel para ileMüslüman olmuş bulunanlara
"Müellifetül-kulub" mü diyeceksiniz?.. O Müellifetül-kulub, hatta, Kur'an i Kerim'in bile içinde, tahsisat alma haklarınıkazanmışlardı... İşte bu adamlar, memlekette kendi bezirgan kârlarını, kendibezirgan ruhlu çocuklarını ilerletmek için, vatandaşlara karşı suikast hazırlarken.. ilk işleri, o demokrat devlet başkanlarını, Hülafayi Raşidiyn'i ortadan kaldırmakolmuştu. Ve derebeğilik ondan sonra başladı.1400 sene, mütemadiyen derebeğilerin ardarda gelişi ile, insanlar adeta hakaramaktan korkar hale geldiler, ve siyaset demekten korkar hale geldiler.
Bugün vatanımızdaki fakir fukaranın "siyaset"in sözünden korkmalarının baş sebebi, obüyük geleneği silmiş olan Şark derebeyliğidir. (Osmanlıca'da siyaset sözünün lugatkarşılığı bile "adam asmak" anlamına geliyordu!). Bugün, Osmanlıİmparatorluğundan, maalesef bize hala o kötü terbiye: Siyasetten kaçmak, hakkınıaramamak gerektiği gibi kötü adetler.. hâla intikal etmiş bulunuyor. Ve biz hâlamemleketin idaresini yalnız birkaç büyük bezirganın yapabileceğini zannediyoruz.Halbuki, büyük bezirganların yaptıkları nedir? İşte bugünkü PAHALILIK'tır,vatandaşlarım.Bir parti çıkarırlar: "Demokrat Parti" derler. Bu Demokrat Parti:" - Halk idaresini; halk hürriyetini ortaya koyacağım" der.Fakat en büyük vaadettiği şey malüm. Halka:" - Sana ucuzluk getireceğim."der, vatandaşlarım. Bir de bakarsınız, 7 yıl sonra ne olmuştur? İşler, tepesitaklak gelmiştir..O zamana kadar görülmedik bir pahalılık başlamıştır. Ondan sonrada Sayın Menderes.. Bakın, geçen gün gazeteye verdiği beyanatta, bakın ne diyor:" - Göstersinler bir çare... Çare yoktur, pahalılığın çaresi yoktur!" buyuruyor
Hikmet Kıvılcımlı'nın tarihi Eyüp Sultan konuşması
Reviewed by Uyanış
on
15:29
Rating:
Hiç yorum yok: