Halkın ekmeğinden, yetimin hakkından, yoksulun rızkından çalanlara karşı, herkesi mücadele etmeye, ‘‘Uyanışa’’ davet ediyoruz

Ortadoğuda Devrim, İslam Ve Marksizm



Suriye meselesi, müslümanlar nazarında hayli kafa bulandıran bir yerde duruyor. Politik ve örgütlü islamcıların çoğu konu ile alakalı, kendi meşreplerine uygun pozisyon almış durumda. Asıl kafa bulanıklığı, örgütlü islamcıların dışında kalan, insani ve vicdani yetilerini bir nebze de olsa muhafaza eden halk kitlelerinde görülmektedir. Ancak,  bu kitleler de çok yoğun devlet ve cemaat propagandası altında, algıları ve bilinçleri yönlendirilmektedir.
Suriye ve İran özelinde, açık bir kampanya ve kara propaganda süreci yürütülüyor. Devletin ve cemaatin bilinç yönetme ve propaganda aygıtları neredeyse sınırsız. Günboyu, TRT, Amerika’nın resmi televizyon kanalı misali yayın yapmaktadır. CIA'in ve cemaat'in ajanlarının, görüntüsünü hazırladığı, metnini yazdığı haberler ve çeşitli programlar, mütemadiyen ekranlar vasıtasıyla toplumun zihnine kazınmaktadır. Bu yolla, insanları gelecekte yapacakları işgallere ve katliamlara hazırlamaktadırlar. TRT dışında kalan ve emperyalizm karşısında kolaylıkla köpekleşebilen, işbirlikçi, satılık "yayın organlarını" anmaya lüzum yok. Bu gazeteciler, yazarlar, stratejistler, emperyalizmin ve kendi sahiplerinin politik iktisadi konjonktürüne ne yarar sağlıyorsa onu yazıyorlar, onu gösteriyorlar... Politik iktisadi konjonktürleri gereği, dün dost olan ülke, halk, bugün yine aynı gerekçe uyarınca, toplum gözünde düşman ülke haline getirilebiliyor.
Egemen ideoloji ve onun aygıtları, halk yığınlarının algısını, bilincini, vicdanını, ahlakını, birkaç gün içerisinde değiştirecek, aşındıracak, yönlendirecek güce ve etkinliğe sahiptir. Ya da Türkiye’de halk yığınları, artık tam bir sürü haline dönüştürüldüğü için idaresi ve sevki egemenlere hayli kolaylık sağlamaktadır.
Bugün, Suriye ve İran'a yönelik yürütülen manipülasyon ve propaganda faaliyetleri yakın geçmişte, sırasıyla, Afganistan, Irak, Libya işgallerinde de önemli rol oynamıştı.
Bu işgallerde Türkiyeli müslümanlar, genel olarak olup bitenlere kör kaldı, emperyalizmin bu ülkelerde yaptığı katliamları, tecavüzleri ve her türlü gayri insani uygulamaları belgesel tadında televizyon ekranlarından seyretti. Bu gücü arkasına alan AKP ve cemaat medyası, Libya'da, NATO'nun satın aldığı çapulcuları Türkiye halkına devrimci olarak yutturabilmeyi başardı, şimdi aynı mizansen CIA ve Fransa destekli Özgür Suriye Ordusu'na yönelik olarak hazırlanmaktadır.
Emperyalizm, Ortadoğu'ya stratejik müttefiki Türkiye aracılığı ile mutlak hükmetme hesapları yapıyor kuşkusuz. Bu hesapları yaparken Türkiye'nin sadakatinden ve uşaklığından yana bir endişesi yok. Türkiye'nin Fransa ile "Ermeni soykırımını inkâra ceza” yasası sebebiyle aralarında oluşan husumet ve gerilim unutulur, unutturulur. En nihayetinde, henüz birkaç ay önce, Ramazan ayında, Libyalı müslümanların tepesine bomba yağdırırken bu iki ülke egemenleri silâh arkadaşıydılar.
Libya'yı yağmalayan işbirlikçilere, üstün hizmetlerinin karşılığını ABD ödedi ve bu paralı "devrimciler"in bir kısmı şimdi İstanbul'un lüks otellerinde ellerine tutuşturulan dolarları harcamaktadırlar. Libya Geçiş Konseyi’ne bağlı 600 kişilik bir diğer grup ise Hatay'da, gerekli silâh ve teçhizatları sağlandıktan sonra, Suriye topraklarına gönderildi.  NATO'nun mobilize ettiği Libyalıların görevi Suriye'de iç savaşı kızıştırmak/kışkırtmak olarak bildirilmişti. Amaç ve asıl hedef: Suriye düşürülmeli... Nihai hedef olan İran, Ortadoğu'da yalnız, güçsüz bırakılmalı, deyim yerindeyse kolu kanadı kırılmalı.
Suriye meselesinde emperyalistler, şimdiye kadar yürüttükleri politikalarla sonuç alamadılar. Hem Rusya ve Çin kendi reel politik çıkarları sebebiyle daha dik bir duruş sergiliyor hem de Suriye beklenenin üzerinde bir direnç göstermektedir. İran ise; yakın zamanda Ortadoğu'da kopacak kıyamete kendisini hazırlıyor. Emperyalistlerin yeni/güncel politikası ise Ortadoğu'da mezhep çatışmaları. Son günlerde Suriye'de CIA ve Mossad eliyle çeşitli tertipler düzenlenmektedir. Doğrudan müdahale için gerekli zemini bulamayan ABD'nin, yeni stratejisi uyarınca, bölgede mezhep çatışmalarını körükleyecek faaliyetlere hız vereceği öngörülebilir.
Geçen zamanla birlikte, Ortadoğu'da saflar netleşecek ve yaklaşan savaş müslümanların Allah'a olan imanlarının, İslam’a olan sadakatlerinin imtihanı olacak.
Muhalif İslam ve Dönüşüm Sorunsalı
Türkiyeli "muhalif " islamcıların bütünü olmasa da ağırlıklı kısmı devletin dümen suyunda seyrediyor, devletin ve burjuvazinin inandırmakta zorlandığı kitleleri ikna için çabalıyorlar. Müslüman halk büyük oranda (politik/örgütlü İslamcılar da dâhil) hâlihazırda zaten devletçi, kapitalist sömürü düzeniyle entegre bir durumdadır ve bu unsurlar içlerinden çıkabilecek sınıfsal devrimci bir İslam sesini boğmakta oldukça mahirler. Dolayısıyla emperyalizme hakiki bir karşı duruşları ve mücadeleleri içinde bulunduğumuz zamanda pek mümkün görünmüyor. Bu çevrelerin ve hareketlerin genel/belirleyici karakteri uzlaşma ve işbirlikçilik üzerine kuruludur.
Tarihsel olarak; İslam, Osmanlı’da ve devamında Türkiye'de her momentte devletçi, mukaddesatçı olması sebebiyle haksızlığa, zulme ve sömürüye karşı çıkma pratiği oldukça sınırlıdır. Burada, egemenlerin yürüttüğü politikalar da etkilidir. 12 Eylül’den sonra yoğun bir muhafazakârlaştırma, devletin ideolojik aygıtları tarafından toplumun bütün dokularına enjekte edildi. Bu muhafazakârlaştırma siyaseti, ilahi huzur için değil, fabrika huzuru için uygulanmıştır.
Burjuvazinin, Fransız Devrimi’nden sonra keşfettiği biçimiyle, dinselleştirmenin dozu arttıkça kârlılıkları da bununla orantılı olarak artmaktadır. Yerli burjuvazinin, bu konuda diğer ülkelerin burjuvazilerinden çok daha başarılı olduğu rahatlıkla söylenebilir.
Türkiye de İslami Hareket'in devletle ve hâkim iktisatla köklü bir karşı karşıya geliş geleneği olmamıştır. Efendilerin marifetiyle sosyalizme düşman kılınan Müslümanlar, kapitalist sömürü düzeninin candan destekçileri olmuşlardır. Geçmişin ve tarihin bize gösterdiği somut maddi gerçek budur. Müslümanlar içerisinden çıkan eşitlik, adalet, özgürlük çığlıkları her dönem susturulmuştur. Bu yönlü gelişen politik hareketler yaşama olanağı bulamamışlardır, henüz embriyo safhasında bertaraf edilmişlerdir.
İslam’ın ve müslümanların; haktan, adaletten, eşitlikten, ezilen, zulüm gören fukaradan yana tavır geliştirebilmesi için müstekbirlerin halesinden çıkması/kurtulması zorunludur. Bu anlamda İhsan Eliaçık'ın kullandığı, “kartalın yenilenmek, hayatta kalmak ve iç dönüşümünü sağlamak için ıstırap içinde kendi tırnaklarını sökmesi, gagasını taşlara vurarak parçalaması metaforu” çok güzeldir ve değerlidir. Müslümanlar için böyle bir iç dönüşüm ve devrim hayatidir.
Hüseyin Ahlati, öğrencisi Şeyh Bedreddin'e şöyle bir kıssa nakletmiştir.
"Şeyh Şibli’ye, ‘Sana hakikat yolunu gösteren kim oldu?’ diye sormuşlar. ‘Bir köpek’ demiş şeyh ve anlatmaya başlamış: ‘Bir gün, bir su kıyısında, susuzluktan ölmek üzere olan bir köpek gördüm. Köpek, içmek için suya her hamle edişinde suda kendi suretini görüyor ve bunu başka bir köpek sanıp korkuyla geri kaçıyordu. Sonunda susuzluğu, içindeki korkuya üstün geldi ve köpek suya atladı. Atlamasıyla da sudaki suret kayboldu..."
Müslümanlar ve İslami hareket, kıssada anlatılan köpek misali, hep böyle bir eşikte durup beklemiştir. Taşlaşmış, katılaşmış, yozlaşmış topluma ve insana yabancılaşmış bir bünye, beden ve ruh hâline dönüşmesine rağmen, hakikate ulaşmak için, köpeğin gösterdiği cesareti gösterememiştir.
İslami hareketin yaşadığı çöküntünün benzerini komünist hareket de yaşamaktadır. Dolayısıyla müslümanlar için söylenenlerden sosyalistler azade değildir. İslam, nasıl kendi varoluşunu sistem içi bir yerde konumlandırmış ve oradan gerekli kopuşu sağlayamıyorsa, sosyalist hareket de batının nesnel gerçekliği ve onun aklı ile düşünen orta sınıf, küçük burjuva ve liberal sol haleden kurtulamamaktadır.
Sosyalistler, bu toprakların somut maddi gerçekliğine uygun bir marksizm anlayışını kuşanmalıdırlar. Burada, batıya karşı doğuculuk yapmak değildir kastedilen. Anlaşılması gereken, batının karşısında doğucu olmak değil, doğulu olma hakikatinin farkına varılmasıdır. Çünkü, "Marksizm bu topraklarda biterse Dünya'da biter."
Ortadoğu'nun devrimci gerçeği, Marksizmin ve İslam’ın harmanlanmasını, birbirine katışmasını emretmektedir.
Serhat Nebi
Ortadoğuda Devrim, İslam Ve Marksizm Ortadoğuda Devrim, İslam Ve Marksizm Reviewed by Uyanış on 11:11 Rating: 5

Hiç yorum yok:

Blogger tarafından desteklenmektedir.